25 Nisan 2012 Çarşamba

Meme kanseri

Meme kanseri kadınlar arasında en sık görülen kanser tipidir. Kansere bağlı ölümlerde ise akciğer kanserinin arkasından 2. sırada gelmektedir. Toplumlar arasında sıklığı farklılık göstermekle birlikte Batı toplumlarında yaşamları boyunca her 8 kadından 1’inde meme kanseri gelişeceği bilinmektedir. Türkiye’de özellikle ülkenin batısında meme kanseri sıklığının bu oranlara yakın olduğu tahmin edilmektedir. Tüm meme kanserlerinin ise sadece %1’i erkeklerde görülür.
Meme kanserinin görülme sıklığındaki artışa rağmen, tanı ve tedavi alanındaki gelişmeler sonucunda meme kanserine bağlı ölüm oranları 1980’li yıllardan sonra giderek azalmaya başlamıştır.
Tüm meme kanserlerinin %5-10’u genetik geçiş gösterirken, yaklaşık %75’i bilinen risk faktörü olmayan kadınlarda (sporadik olgular) ortaya çıkar.

Risk Faktörleri
Meme kanseri açısından risk faktörü olarak kabul edilen bazı özelliklere sahip olmak, bir kadının mutlak meme kanseri olacağı anlamına gelmez. Bu risk faktörlerinden birini veya birden fazlasını taşıyan kadınların pek çoğunda meme kanseri gelişmezken, tersine meme kanserine yakalanan kadınların büyük bölümünde de bu tanımlanmış risk faktörlerinden hiçbiri yoktur.
Yaş meme kanseri gelişiminde tek başına, en önemli risk faktörlerinden biridir. Yaş ilerledikçe meme kanserine yakalanma riski artar. Bir diğer en önemli risk faktörü de cinsiyettir. Kadınlarda meme kanseri görülme sıklığı erkeklere oranla 100 kat fazladır.
Erken menarş (ilk adet kanamasının 12 yaşından önce olması), geç menopoz (55 yaşından sonra), ilk tam dönem hamilelik yaşının gecikmesi (35 yaşından sonra olması) ve hiç çocuk doğurmamış olmak gibi hormonal faktörler meme kanseri riskini artırır. Bazı hormon ilaçlarının değişik amaçlarla kullanılması (doğum kontrol yöntemleri ve menopoz tedavisi gibi) ile meme kanseri riski arasındaki konu ise hala tartışmalıdır. Menopoz sonrası şikayetleri hafifletmek amacıyla kullanılan hormon replasman tedavisinin meme kanseri riskinde minimal bir risk artışına neden olduğu çeşitli çalışmalarda gösterilmiştir. Bu nedenle bu tip tedaviler kullanılması gerekiyorsa bile, uygun takipler yapılmak kaydıyla, 5 yılı aşmamak koşuluyla kullanılmalıdır. Bu tip tedavileri kullanan kadınların meme kontrollerini düzenli olarak yaptırmalarında fayda vardır.
Ailesinde meme kanseri öyküsü olan kadınlarda, özellikle de 1. derece akrabalarında (örneğin anne, kız kardeş ve kendi kızı) bulunanlarda risk artmaktadır.  Ailesel riski daha da artıran, ya da kanserin ailesel olabileceğini düşündüren koşullar şunlardır: Meme kanserinin (1) birden çok yakın akrabada (1 ve/veya 2. derece) olması, (2) genç yaşta ortaya çıkması ve (3) hastalığın iki taraflı olması. Birden çok birinci derece akrabada meme veya over (yumurtalık) kanseri olması meme kanserinin genetik geçişli (herediter) olabileceğini düşündürür. Meme kanseri ile ilişkisi olan genetik mutasyonlardan en çok bilinenler BRCA1 ve BRCA2 genlerindeki mutasyonlardır. Bu  genetik mutasyonlara sahip olan kadınlarda hayat boyu meme ve over kanserine yakalanma riski ciddi olarak yükselmektedir.
Bazı iyi huylu meme hastalıklarında da düşük de olsa meme kanseri riski artmaktadır. Ancak kadınlarda sıkça görülen fibrokistik değişiklikler ve basit meme kistlerinin meme kanseri açısından risk faktörü olmadıklarını özellikle vurgulamak isterim.
Yapılan epidemiyolojik çalışmalarda bazı yaşam tarzına ait faktörlerin meme kanseri riskini etkileyebileceği öne sürülmüştür. Ancak bu faktörlerin etkinliği tartışmalıdır. Bunlar arasında önemli olan birkaç noktaya değinmek gerekir. Diyette tüketilen yağ oranı ve beslenme alışkanlığının olası bir risk faktörü olduğu üzerindeki bilgiler tartışmalıdır. Yağ oranı düşük yemeklerin yendiği bölgelerde (Uzak Doğu ülkeleri gibi) hastalığın görülme sıklığı daha düşüktür. Kuşkusuz bu ülkelerde meme kanserinin az görülmesini en önemli nedeni ırksal-genetiktir. Ancak tüketilen yağ tipi ile meme kanserinin ilişkisi de incelenmiştir. Zeytinyağı gibi tekli doymamış yağlara oranla, mısır yağı ve margarin gibi çoklu doymamış yağların ve doymuş yağların çok kullanıldığı diyetlerde meme kanseri riskinin daha yüksek olabileceği öne sürülmüştür. Özellikle menapoz sonrası obezitenin meme kanseri riskini arttırdığı bilinmektedir. Her gün düzenli alkol tüketiminin (1-2 duble) meme kanseri riskini arttırdığı öne sürülmüştür. Otuz yaşında önce doğum yapmış olmak ve emzirme meme kanseri açısından koruyucu etkiye sahiptir. Meme rekonstrüksiyonunda kullanılan silikon implantların meme kanseri riskini etkilemediği gösterilmiştir.

Tanı
Meme kanserinin en sık görülen belirtisi yeni ortaya çıkmış olan ağrısız kitle varlığıdır. Özellikle belirtilmesinde fayda olan bir konu meme ağrısı (mastalji, mastodini) daha çok iyi huylu meme hastalıklarının bir belirtisidir. Meme kanserinin daha nadir görülen belirtileri arasında meme derisinde ödem, çekinti, meme başının içeriye doğru dönmesi, meme başından kanlı akıntı olması ve koltuk altında sert, fiske lenf nodlarının varlığı sayılabilir.
Fizik muayenede memede şüpheli bir kitle bulunursa, mutlaka mamografi ve ultrasonografi ile değerlendirilmesi gerekir. Daha sonra yapılması gereken ise iğne biyopsisidir. İğne biyopsileri arasında günümüzde daha çok tercih edilen, çeşitli avantajları nedeniyle kalın iğne (True-cut veya kor) biyopsisidir. Kuşkulu meme kitlelerinin gerekli tetkikler yapılmadan ve hatta görüntüleme yöntemleri tamamlandıktan sonra bile cerrahi biyopsi ile çıkartılmaları (eksizyonel biyopsi), özellikle erken evre meme kanserinde, daha sonra yapılacak cerrahi yöntemleri olumsuz yönde etkileyebildikleri için önerilmemektedir.

Tedavi
Meme kanserinin tedavisinde birden çok disiplinin beraber, uyum içerisinde çalışması gerekmektedir. Meme kanserinin birçok evresinde ilk tedavi yaklaşımı cerrahi olmakla birlikte, sistemik ilaç tedavileri (kemoterapi, hormonoterapi) ve bazen radyoterapi ile tedavinin desteklenmesi gerekir. Cerrahi tedavi ve radyoterapi daha çok tümorün lokal kontrolünü sağlamada önemli iken, kemoterapi ve hormonoterapi ise sistemik kontrole yardımcı olmaktadır.
Günümüzde meme kanseri tedavisinin başarısını etkileyen en önemli faktör erken tanıdır. Meme kanseri erken evrede yakalandığında meme koruyucu cerrahi ile başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Özellikle genç kadınlarda memenin korunması hastanın diğer tedavilere uyumunu artırmakta ve sosyal yaşantısı açısından psikolojik destek sağlamaktadır.
Erken evre meme kanserinde olguların yaklaşık %75’inde henüz koltuk altı lenf bezlerine metastaz gelişmediği de dikkate alınırsa, bu hastalarda sentinel lenf nodu biyopsisi adını verdiğimiz yöntem ile koltuk altı lenf bezlerinin korunması da sağlanabilmektedir. Böylece cerrahi tedavinin korkulan bir komplikasyonu olan kolda şişlik (lenfödem) riski de oldukça azalmaktadır.
Meme kanseri cerrahisindeki önemli gelişmelerden biri de mastektomi (memenin tamamen alınması) gereken hastalarda eş zamanlı meme rekonstrüksiyonu (yeniden meme kitleri oluşturulması) yöntemidir. Kadının kendi dokuları kullanılarak veya protezler ile yapılan bu tip girişimlerin hastanın tedavisini geciktirmediği ve hastaya ciddi psikolojik destek sağladığı yapılan çalışmalardan bilinmektedir.
Meme kanseri günümüzde ölümcül bir hastalıktan çok, kronik bir hastalık haline gelmektedir. Meme kanseri sıklığı artmasına rağmen, tanı ve tedavideki gelişmeler sayesinde ölüm oranları azalmaktadır. Tedavi başarısını etkileyen en önemli faktör erken tanıdır. Erken evre meme kanserinde 5-10 yıllık hayat beklentisi %85 gibi yüksek oranlara çıkmıştır. Meme kanseri erken tanındığında hem tedavi başarısı yükselmekte, hem de meme koruyucu cerrahi ve sentinel lenf nodu biyopsisi gibi daha az invazif, yani daha basit ve yan etkisi düşük ancak etkinliği yüksek uygulamalarla tedavi mümkün olabilmektedir.


Prof.Dr. Serdar Özbaş Meme Kanserini anlatıyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder